Yaşlılık ve Unutkanlık
Beyin üzerinde çalışmalarını sürdüren bilimadamlarına göre, beynin saklama kapasitesi konusu halâ gizini koruyor. Harvard Üniversitesi psikoloğu Daniel Schacter, 1996’da yazdığı ”Belleğin Peşinde”adlı kitabında, bir arkadaşla öğle yemeğine çıkmak gibi basit bir işi gerçekleştirmek için bile, yoğun bir zihinsel faaliyetin sürdürüldüğünü söylüyor. Önce arkadaşın dış görünümüne ilişkin bellek kayıtları taranacak; sonra restoran seçilecek; daha sonra seçilen restorana giden güzergah saptanacak vs.
Öncelikle beynin bilgisayardan farklı olduğunu akıldan çıkartmamak gerek; ancak aralarındaki parallelliği de gözardı etmemekte fayda var. Bu analojiden yola çıkarak beyni inceleyen bilimadamları, masaüstü bilgisayarında olduğu gibi beyinde de iki tip bellek olduğunu belirtiyor: ”Cari bellek”şu andaki bilgileri depolar; ”Uzun vadeli bellek”ise bunları ilerisi için saklar.
Yaygın kanının aksine beyin her şeyi kaydedip, daha sonra kullanmak üzere beynin kıvrımları arasına gömmez. Cari bellekteki kayıtlar, bilgisayarın RAM’ine (Random-access memory) benzer ve hemen silinip gider. Cari bellek, basit hesaplamaları yapmaya veya çevirdikten sonra unutulan telefon numaralarını anımsamanıza yardım eder. Yine RAM gibi uzun süreli kayıt yapmaksızın analiz ve keşiflerde bulunmanıza olanak sağlar.
Uzun vadeli bellek, sabit disk (veya sürücü) gibi çalışır. Eski bilgi ve deneyimleri, beynin “serebral korteks” denilen bölgesinde saklar. Korteks adı verilen beynin dış kısmı, 10 milyar civarında sinir hücresini barındırır. Bu hücreler elektriksel impuls ve kimyevi maddeler aracılığı ile birbiriyle iletişim kurar.
Bir görüntü, bir ses veya bir fikir algılandığı zaman bu nöronların içinde özel bir alt grup harekete geçer ve her zaman bunlar orjinal konumlarına geri dönmezler. Onun yerine, birbirleriyle olan bağlantılarını güçlendirirler. Bu durumda, bu ağı harekete geçiren herhangi bir şey, orijinal algıyı bellek olarak öne çıkartır.
”Bizim, anı olarak değerlendirdiğimiz her şey, sinir hücrelerinin son aldığı bağlantı şekillerinden başka birşey değildir”diye konuşan Johns Hopkins Üniversitesi Tıp Fakültesi Bellek Hastalıkları Kliniği Başkanı Dr. Barry Gordon, belleğin çalışma şekline ilişkin şu bilgileri veriyor: ”Her yeni anı, korteksin tamamını saran binlerce nöronu devreye sokar. Eğer bu anı hemen kullanılmaz ise hızlı bir şekilde silinip gider. Oysa sık aralıklarla kullanılan anı bağlantıları, doku içinde daha derinlere işleyerek yerini sağlamlaştırır.”
İstenirse bazı anılar, uzun vadeli belleğe atılabilir. Bunun yolu alıştırma yapmaktır. Ne var ki bellekten bir bilgiyi çıkartmak veya ilave etmek bilinçle yapılmaz. Hipokampus denilen beynin iç kısmındaki iki parçalı küçük organ, bu çıkartma veya ekleme işlemini otomatik olarak yapar.
Bilgisayarın klavyesine benzeyen hipokampus, kumanda masası gibidir. Nöronlar, kendilerine ulaşan bilgileri hipokampusa gönderir. Hipokampus buna olumlu yanıt verirse nöronlar daha kalıcı bir ağ örmeye başlar. Ancak ”geç”işareti verilmez ise deneyim sonsuza dek silinir gider.
Hipokampus’un verdiği karar iki önemli faktöre bağlıdır. İlki, bilginin duygusal bir önem taşıyıp taşımamasıdır. Bu bağlamda beyin, ilgi alanına giren konular dahilinde kendine özel bir dünya kurar ve bu dünyada belirleyici etken duygulardır.
İkinci faktör, beyne giren bilginin daha önceki bilgilerle bir bağlantısının olup olmamasıdır. Bilgisayar, aralarında bağlantı olan bilgileri ayrı ayrı depolar; oysa beyin, bilgiler arasında bağlantı kurmak için didinir durur. Beyin, kısaca, yeni bilgileri daha önce varolan bilgilerin ağına düşürmek için çabalar. Bu durumda bilginin kaydedilmesi, eğitim ve kültür farkına bağlı olarak kişiden kişiye farklılık gösterir.
Beyin, ileride kullanma şansı en yüksek olan bilgileri depolayarak yaşanabilir bir dünya yaratmaya çalışır. Columbia Üniversitesi’den sinirbilimci Eric Kandel, bu olguyu şöyle açıklıyor: ”Günlük yaşamda karşılaştığımız çerçöp bilgiyi yolumuzun üzerinden çekerek dikkatimizi önemli olanlar üzerinde yoğunlaştırırız. Her şeyi anımsayabilmek Tanrı’nın bir lütfu gibi görünse de sonuç hiç de iç açıcı değildir.
Mesleki yaşamımda insanüstü belleğe sahip kişiler tanıdım. Bu kişiler, bir olayla ilgili her türlü ayrıntıyı hatırlarlar. Sayılar ve sözcükler konusunda harika bir belleğe sahiptirler. Ancak bunların pek çoğu soyut düşünce konusunda çok büyük sorunlar yaşar. Deneyimlerini filtreden geçirme yeteneğinden yoksun olan bu kişiler, olaylardan anlamlı bir sonuç çıkaramazlar.”
Ne Yediğini Unutmak
Connecticut’ta bir fabrikada işçi olarak çalışan H.M.’nin 1953 yılında tıbbi kayıtlara geçen durumu yeralıyor. O tarihte 27 yaşında olan H.M. şiddetli sara nöbetleri geçirmektedir. Cerrahlar, faydası olur umuduyla H.M.’nin hipokampusunu ameliyatla çıkartırlar. Ameliyat, H.M.’nin sara nöbetlerinin şiddetini azaltırken, belleğinde varolan bilgilere zarar vermez. Ne var ki H.M.’nin belleği bu tarihten sonra kayıt yapma yeteneğini yitirir. Sabah kahvaltısında ne yediğini anımsamak bir yana kimse ile dostluk kuramaz.
Boston Üniversitesi araştırmacıları 1993 yılında bu vaka ile ilgili şunları söylüyordu: ”Ameliyatından 40 yıl sonra H.M. ne yaşını, ne de yaşadığı yeri biliyor. Günlük tarihi bile söylemekten aciz.”
Hipokampusu devreden çıkartmanın tek yolu ameliyat değil. Alzheimer da organı yavaş yavaş bozar ve yeni anıların oluşmasını engeller. Normal yaşlanma süreci de belleğin zayıflamasına yolaçar.
Otopsi raporlarına göre 60 ve 70 yaşlarında, her on yılda bir beyin, kütlesinin %5 ile 10’unu yitirir. Görüntü testleri de hipokampus ve frontal korteksin giderek faaliyetini yitirdiğini gösteren önemli tekniklerdir. Dolayısıyla gençler yaşlılara oranla bellek testlerinde daha başarılıdırlar.
Bugün uzmanlar, bellek testlerindeki bu farkın, kaygı uyandıracak kadar önemli olmadığını kaydediyor. Uzmanlara göre alzheimer veya damar hastalıkları gibi özel bir hastalık söz konusu olmadıkça, yaşlılık düşünüldüğü kadar belleğe zarar vermez; en kötü ihtimale göre kayıt ve anımsama hızı düşer ve ufak yanılgılar meydana gelir. Örneğin bellek testlerinde yaşlıların aldığı ortalama puanlar, yaş ilerledikçe düşmekle birlikte, bazı seksenliklerin kolej öğrencilerinden daha yüksek puanlar aldığı da görülmüştür.