Huzurevinde ölmek



Aşağıda paylaşacağımız yazı yaklaşık 10 yıl öncesine ait bir yazı. Huzurevleri ve yaşlı bakımevlerinde yaşanan dramlara bir nebzede olsa ışık tutacak bir yazı kaleme alınmış ve o günlerde güncel basında yayınlanmış.

Üzerinde konuşulmuş, tartışılmış ve o günden günümüze kadar huzurevi ve yaşlı bakımevi hizmetleri gelişerek sorunlarının üstesinden gelerek  sayıları her geçen gün artmış ve günümüzde özellikle İstanbul ve çevresinde sayıları yüzleri aşar hale gelmiştir. İstanbul’da bulunan huzurevleri ve yaşlı bakımevleri özel sektör tarafından kurulup işletilenlerinin yanısıra devlet kurumlarının ve vakıfların açmış oldukları huzurevleri ve bakımevleride vardır.

İstanbul geneline bakıldığında en çok istanbul Anadolu yakası huzurevleri sayısı dikkatimizi çekmektedir. Sayıca ve kalitece diğer yerlere ve bölgelere göre farklılık göstermektedir. Aynı şekilde istanbul Avrupa yakası huzurevleride belli noktalarda yığılma göstererek İstanbulun ihtiyacı olan huzurevi ve yaşlı bakımevi ihtiyacını gidermektedirler.

Huzurevinde ölmek

Eğer bir gün masaldaki devin “ölümlerden ölüm beğen” sözünü anımsarsanız, huzurevlerindeki yaşlıları unutmayınız.
Masallardaki devler, masalın kahramanına “ölümlerden ölüm beğen” diye sorar. Çocuklarına masal okuyan ebeveynler, kendilerini ve hele çocuklarını ölüm kavramıyla bağdaştırmadıkları için, ölümlerin güzeli ve çirkini olabileceğini pek düşünmezler. Bu yüzden insanlara, ölümün
“hayatın bir parçası” (Tausch 1981, 222) olduğu, iyi bir ölümün, insan onuruna saygı anlamına geldiği anımsatılması gerekiyor.
Geçtiğimiz günlerde Uğur Dündar’ın “Arena” programında, bir huzurevinde dövülen yaşlıları algıladık. Orada, bir insanın maruz kalabileceği, insanın insana yapabileceği en insafsız şiddetin farklı biçimlerini gördük. Bundan kurtulmak isteyen yaşlı kadının “beni öldür” deyişi, beyinlerimize çıkmamak üzere kazınmalıdır. Demek ki insanlar, insanlar tarafından, hayatın bir parçası olan ölümü özler hale getirilebilirler.
O yaşlının çocukları varsa eğer, acaba annelerini bu halde gördüklerinde neler düşündüler?
   Para verip karşılığında annelerinin iyi bakıldığını düşünerek belki huzur duyuyorlardı. Bir sabun köpüğü gibi patlayan bu rüyadan toplum olarak uyanmamız gerekiyor. Yaşamın bir parçası olan ölümden önceki son safhanın, insana, ölümü özleten özelliklerine karşı birlikte başkaldırmamız gerekiyor.
Bunu yaşlılar için yapmak istemeyenlere, kendilerinin de yaşlılık adayları arasında yer aldıklarını anımsatmaya gerek var. Çünkü bugün yaşlılıktan henüz uzakta olanların birçoğu, sanki gençlik iksirini bulmuş gibi davranıyorlar.
Batı ülkelerinde yaşlıların yüzde 70’i hastanede ölüyor (Loer, Pieper, Zieşmer 2003, 102). Türkiye’de bu konuda bir araştırma olmadığı için nerede daha çok ölüyoruz bilmiyorum. Ama trafik kazalarını bir kenara bırakırsak, zaten fiziksel çevreyi de onlara uygun hale getirmediğimiz için evlerine hapsettiğimiz yaşlıların çoğu, herhalde evde ölüyor.
Acaba bir huzurevinde mi, yoksa evinizde mi ölmek isterdiniz? Allah gecinden versin, diyoruz ama, kurtuluş olmadığını da bununla ifade ediyoruz. Hayatın bir parçası olan ölümün, er ya da geç geleceğini biliyoruz. O yaşlı kadının çektiği çileyi gördükten sonra benim açımdan bu sorunun cevabı bellidir. Türkiye’de bir huzurevinde değil ölmeyi, yaşamayı bile göze alamam.
Modern tıp, sanki her şeyin üstesinden gelinebileceğini, ölümü bile yenebileceğimizi telkin etmeye çalışıyor. Tıptan beklenen şey, hasta bir insanın bozulan fonksiyonlarını tekrar çalışır hale getirmesidir. Bunu da belli bir süre ve belli bir ölçüde başarabiliyor. Bunu başarması mümkün olmadığı andan itibaren, ölüme çare olamadığını kabul etmek yerine, hastanelerde ölümcül hastaları, ayrı bir odaya koyarak, yaşamdan koparıyor. Tıp, yaşatmayı başarabileceğine inandığı insanlarla ilgileniyor. Bu başarı beklentisi yoksa, hasta “alıştığı insanlardan, alışık olduğu ortamlardan koparılıyor ve yabancılara bağımlı hale getiriliyor… çalışma koşullarının uygunsuzluğu nedeniyle hekimler geri çekiliyor” (Loer, Pieper, Zieşmer 2003, 102).
Hastanede meydana gelen ölümler, tıp açısından bir yenilgi olarak algılanıyor (Loer, Pieper, Zieşmer 2003). Her birimiz Türkiye’deki 70 milyon yenilgi adayından biriyiz. Hastanelerimizin durumu malum olduğundan, hekimlerimize bu yenilgiyi tattıranlardan biri olmak istemem. Fakat ülkemizde iyi bir ölümü mümkün kılacak alternatifler de yok. Buna karşın yaşlılara ölümü özleten alternatifler çoğalıyor.
Ölüm de hayata dair
Yaşlılık ve yaşlanma ile ilgilenen araştırmacıların, ölüm temasını, -tıpkı yaşlılara yönelik şiddet, ihmal ve istismarda yaptığımız gibi-, parantez içine alması mümkün değildir. Batı ülkelerinde bu konuyla yakından ilgileniliyor. Çünkü hayatı, ana rahminde başlayan, ölüm anının gerçekleştiği noktada sona eren şekilde tanımlamıyorlar. Aksine ölümü hayatın kapsamına alıyor ve ölüm anı ve sonrası şeklinde düşüncelerini genişletiyorlar.
Araştırmalar, hastanede ve bakımevinde meydana gelen ölümlerin, öleceğini bilen bir insanın ihtiyaçlarına cevap veremediğini gösteriyor. Demografik yapının değişmesi nedeniyle, tıbbi bakımlar hastane dışına sarkıyor. Özellikle kronik hastaların giderek çoğalması nedeniyle tıbbi tedaviler bir bakımevinde veya evde sürdürülüyor. Bu yüzden “evde bakım” hizmetlerinin önemi artyor.
“Ölüm döşeğindeki insanların çoğu alışık olduğu ortamda bakımının yapılmasını istiyor” (Loer, Pieper, Zieşmer 2003, 104). Tabii ki bu ortam onun evidir ve sevdiği insanlarla geçireceği son dönemi, anlamlı şekilde kullanmak istiyor. Daha önce söylenmemiş düşünceleri, duyguları, beklentileri, son ana kadar devam eden umutlarını, sevdikleriyle paylaşmak, yaşamıyla hesaplaşmak istiyor.
Ölüm döşeğindeki insanlar Tanrısıyla da yüzleşmek ister. Belki daha önce ilgilenmediği dinsel konulara kafa yormaya başlayabilir. Rahatlamak, korkularını yenmek, ölümü sükunet içinde beklemek her insanın temel hakkıdır. Bu hakkı dikkate almayan herkes insanlık suçu işlemiş olur.
Uğur Dündar’ın programındaki yaşlı kadının Kuran istemesi, ama huzurevi sahibinin onunla alay ederek, kendisinin Hıristiyan olduğunu söylemesi, sadece o yaşlı kadına yapılan bir hakaret değildir. Madem Hıristiyansın
İncil’i ver! Musevi isen Tevrat’ı! Bu davranış, ahlak, etik, insanlık gibi kavramların ülkemizde uğradığı erozyonun bir göstergesidir ve buna göz yummakla suça ortak oluyoruz. Yaşlı kadına yapılan hakaretin suçlusunu ararken, bireyleri gözönüne almak yerine, neden böyle insanların aramızdan çıkabildiği ve neden çoğaldıkların sorusuna cevaplar bulmalıyız. Bu cevaplar, kişisel olmaması için bilimsel araştırmalar yapmamız gerekiyor.
Eğer bir gün masaldaki devin “ölümlerden ölüm beğenil” sözünü anımsarsanız,
huzurevlerindeki yaşlıları unutmayınız, olur ya kader bu, belki siz de bir huzurevinde bir gün huzuru ölümde aramak zorunda bırakılırsınız!

Not: Bu yazı 11.03.2007 tarihli Radikal 2 gazetesi yayınlanmıştır.
Doç. Dr. İSMAİL TUFAN
Akdeniz Üniversitesi